Ülkemizde iş sağlığı ve güvenliği kavramı 2012 yılında yürürlüğe giren 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ile günlük hayatımıza yerleşmiştir. Söz konusu kanunla beraber iş ortamında, sağlıklı ve güvenli çalışma koşulları oluşturularak kazaların ve meslek hastalıkların önlenmesi için gerekli uygulamaların hayata geçirilmesi adına iş güvenliği uzmanları da görev almaya başlamıştır.
Ancak Türkiye’de iş sağlığı ve güvenliği olgusu aradan bunca yıl geçmesine rağmen, yürürlükteki mevzuatın içeriğinin anlaşılmasındaki zorluklar, saha ile uyuşmayan maddeler, içerik olarak birbiriyle bağlantısı olmayan yönetmelikler nedeniyle konunun asıl muhatabı olan işveren ve çalışanlar tarafından uygulanması zorunlu olan birer angarya olarak görülmüştür. Dolayısıyla istenildiği gibi bir İSG kültürü oluşturulamamış; kâğıt üzerinde gerçekleşen bir uygulamaya dönüşmüştür. Yasanın çıktığı tarihten bu yana iş kazalarıyla ilgili sayısal verilerde bir değişiklik olmaması da bunu kanıtlar niteliktedir.
Örneğin işyerinde İş sağlığı ve güvenliği eğitimleriyle ilgili mevzuatta eğitim süresi ve yeri ile ilgili koşullar, işverenin yükümlülükleri belirtilmiş olmasına rağmen, çoğu işyerinde özellikle de inşaatlarda uygun koşullara rastlamak mümkün olmamaktadır. SGK hizmet dökümünün bile bir ay sonra görüldüğü bir sistemde çalışanların sigortalı olup olmadığının bilinememesi; eğitim sürelerindeki zaman baskısı, üretimin durması, işe ara verilmesi yüzünden ücretlerin ödenmeyeceği endişesi; eğitimin işyerinde uygun olmayan koşullarda, dinlenme, mola ya da mesai saatleri dışındaki saatlerde verilmesi isteği; eğitim yerinin olmaması; üretimin devam etmesi gerektiği için eğitime gelinmemesi; vardiyalı çalışanların eğitim nedeniyle işe erken çağrılması ya da mesailerinin devam ettirilmesi; çalışanların iş kolu nedeniyle sadece belirli günlerde işyerinde bulunmaları, işçi sirkülasyonunun fazla olması, yine bu yüzden eğitimin işe başlayan her çalışan için yeniden tekrarlanması; eğitim düzeyi düşük çalışanlara eğitim vermedeki zorluk, ustabaşı ve işverenin eğitim verecek uzmana gerekli imkânı sağlanmaması vb. nedenlerle bırakın 16 saati bazen 16 dakika bile eğitim vermekte sıkıntı yaşanmaktadır. Eğitimlerin yıl içinde tamamlanabileceği mevzuatta belirtilmiş olmasına rağmen denetleme anında ya da işçinin kazaya uğraması durumunda eğitim sertifikasına bakılmakta; olmaması halinde eğitimci görevini yapmamış sayılmaktadır.
Aslında mevzuat oluşturulurken, devlet, işveren ve çalışanların birlikte katıldığı üçlü yapı ile iş kazaları ve meslek hastalıklarının önüne geçilmesi hedeflenmişti. Ancak devletin denetim yetersizliğine ilave olarak zamanında önlem almayan işverene yaptırım uygulamaması, işverenin iş sağlığı ve güvenliğini fazladan masraf olarak görerek ancak bir denetim olması halinde önlem almasına neden olmaktadır. Kuralların tavizsiz olarak uygulanmayıp, önlem almayan işverene yaptırım uygulanmaması da adaletsizliğe yol açmaktadır. Dolayısıyla zamanla tarafların kendi sistemlerini korumasına odaklanmış bir yapıya dönüşerek olumsuz durumlarda rücu edilecek günah keçilerinin sağlandığı bir sisteme dönüşmesinin önüne geçmek mümkün olmayacaktır. Zaten devletin iş kazasında iş güvenliği uzmanını gözaltına alması veya işyeri denetiminde hatalı bulması halinde uzmanın belgesini askıya alması bunu desteklemektedir.
Türkiye’de İş Güvenliği Uzmanı ve İşyeri Hekiminin maaşını OSGB’den, OSGB’lerin de doğrudan işverenden alması, bu konudaki en büyük sorundur. Oysa maaşını işverenden alan bir kurumun, himayesinde çalışan iş güvenliği uzmanına “İşverenin hatalarını engelle, engellemiyorsa Bakanlık’a bildir” demesini beklemek ne kadar doğrudur? İş güvenliği uzmanının iş müfettişleri gibi devlet memuru olmayıp maaşını işverenden alması, etkinliğini de tartışmalı hale getirmektedir.
Bazen iş güvenliği uzmanın işyeri öneri defterine yazmış olduğu tespit ve öneriler işveren tarafından sert bulunarak imzalanmamakta, bazen de ticari ilişkileri zayıflattığı için OSGB tarafından uzmanın işine son verilmektedir. Yine ticari nedenlerden dolayı iş güvenliği uzmanlarının özellikle maden, metal ve inşaat gibi alanında uzman veya belirli bir tecrübeye sahip olmadığı sektörlerde çalışmak zorunda bırakılması; hizmet süresinin OSGB’lerce sonuna kadar kullanılmak istenmesi, çalışan sayısındaki artışların çalışma sürelerine yansıtılmayarak daha az sürede daha fazla çalışandan sorumlu olması; yolda geçen sürelerin çalışma sürelerinden sayılmaması, çalışmalarını yürütürken organizasyon eksikliği ile birlikte evrakların fazla prosedür gerektirmesi, değişen mevzuat, HİSİP ve İBYS gibi sistemlerin çok fazla gereksiz ayrıntı ve prosedür gerektirmesi iş güvenliği uzmanlarının uzun saatler boyunca çalışmasına sebep olmaktadır. Mesela iş güvenliği uzmanlarının kullandığı İSG kâtip sisteminde sadece çalışan sayısı görülmektedir. Oysa İBYS sistemi ile çalışanların tüm kimlik bilgilerinin edinilmesi gerekmektedir. Uzmanların bu bilgilere ulaşması bazen mümkün olmamaktadır. Uygulamanın başladığı günden bu yana piyasadaki yazılım programlarının çeşitliliği de kafa karıştırmaktadır. Sistemde yaşanan sorunlar nedeniyle verilerin yeniden girilmek zorunda kalması iş güvenliği uzmanlarının emeğini ve vaktini boşa harcamasına neden olmaktadır. Buradan anlaşıldığı üzere bir iş güvenliği uzmanı iş sağlığı ve iş güvenliği kurallarına uygun çalışmamaktadır.
6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, eksik olarak hayata geçirildiği için insan odaklı gerçekçi bir sistem kurulamamıştır. Çalışanların baskı ve stres altında çalışmaya zorlandığı bir sistemde de ne yazık ki günah keçisi olan hep iş güvenliği uzmanı olmaktadır. Uzmanların kendilerinden beklenen verimliliği gerçekleştirebilmeleri ancak yaşadıkları sorunların en aza indirilmesi ile mümkün olacaktır. İş güvenliği uzmanlarının maaşının, Bakanlık tarafından denetlenecek bir fondan ödenmesiyle, sıkıntılarının ortadan kaldırılması açısından önemli bir adım atılmış olacaktır.